FelsefeGenel

Cennetten Düşüş: “Antichrist” Filmi Üzerine

Paylaş

Haydi biraz rahatsız olun! Rahatsız olmadan kafanızın derinliklerinde dolanan soruları sormaya cesaret edemezsiniz. Biraz kanınız dökülsün, siz de birilerini öldürün, ölümlerin emrini verin, devrim yapın! Diğer türlü aydınlanamazsınız, ne de ışığı keşfedemezsiniz.

İnsan özünde kötü müdür?

Bu kısaca şunu da sormaktır, her şeyi kaldırıp kenara atsak; kanunları, devletleri, aileleri, akrabaları, toplumları. Kurallar ve yasaklar koyduğunu düşündüğümüz ne varsa… O zaman şimdiki gibi davranabilir miydik? Yani bütün özgürlükleri elde etsek, elde etmesi en zor özgürlükle baş başa kaldığımızda onu tercih eder miydik? Kendimizden özgür olmayı.

Bir adam ve bir kadın Eden dedikleri ormana ihmalleri sonucu ölen çocuklarının kaybının etkisini üzerlerinden atabilmek için giderler. Burada insanoğlunun başladığı ana geri dönüş vardır. Bizim savaşımızın başladığı anın bir tasviri yapılmıştır. Her şey zıddıyla vardır, her şey bir ikilik üzerine kuruludur. İyilik kötülükle, güzel çirkinle, erkek kadınla, Allah Şeytan’la. Filmin bütününde insanın dünyaya sürülüşü temsilen anlatılır.

İnsanın sürüldüğü yer AntiChrist’ın hüküm sürdüğü sahnedir, onun en büyük şovunun cereyan ettiği mekandır. Burada o misafirlerini en içten tavırlarla ağırlayacak, onlara en güzel şarapları ikram edecek, gönüllerini hoş tutarak kendisinin bir hayranı olarak oradan ayrılmalarını sağlayacaktır. En büyük düşmanına darbeyi onun yaratısını kirleterek -yada süsleyerek mi demeliyiz- ve yasasını yok sayarak vuracaktır.

Bu bir Hıristiyanlık çatışmasıdır-doğal olarak İslam ve Musevilik de-

Ve uzaktan bakan bazı gözlere bir şeytan güzellemesi olarak görünebilir. Ama hayır, bu aslında bir insan taşlamasıdır. İnsanın varlığına yönelik bir eleştiri yani yaratıcıya bir taşlama. Yani evet çok az da olsa bir şeytan güzellemesidir. Çaresizlik adı sık sık geçmektedir. İnsan nereye kaçacağını bilmeyen yaralı bir avdır çünkü. Köşeye sıkışıp kalmıştır ve ne zaman ne yapacağı kestirilemez asla.

Kadın adamı elma yemeye çağırır. Ama bu sefer ilk elmayı o yer. Sonra da adama ve kendine bu elma yeme hikayesiyle ilgili her şeyi itiraf eder. Nasıl üzüldüğünü, nasıl sıkıldığını ama aynı zamanda bundan nasıl haz aldığını, nasıl kibre kapıldığını. “Gynocide” kitabının yazarı ve yapımcısı olduğunu üstüne basa basa anlatır. Gerçekten tarihte neden bu kadar kadın katledilmiştir? Geçmişte öldürülenlerin çoğunun erkek olması muhtemeldir ama onlar isimsiz savaşçılardır ve muharebe alanına sürülüp katledilmişlerdir. Peki ya öldürülen kadınlar?

Onlar cinsiyetleri yüzünden öldürüldüler. Şeytanın esiri oldukları için, cadı oldukları için. Dişinin doğasında bu kötücül yan gerçekten vardır. Onlara yaratımı devam ettirme imkanı sunulmuştur ve bu onları  ele geçiren bir içgüdüdür. Kadındaki tanrı kompleksi buradan gelmektedir.

Canlıyı kontrol etme, ona hayat verme, yaşamını şekillendirme… Görürüz ki, aslında kadın çocuğun cama yöneldiğini görür ama müdahale etmez. Ölüme de yaşama da karar vermek ister, bu haliyle aynı tanrı gibi bencildir. Sevmez, sevilmek ister. Artık sevilmeme ihtimali bile onu krizlere sokar, gözünü döndürür. Karşısındaki erkeği parçalamak, intikam almak ister. Canlıyla en çok o içli dışlıdır, öyleyse neden küçük değişiklikler katıp bir imza bulundurmasın onun bedeninde, neden çocuğunun ayaklarının şeklini birazcık bozmasın?

Kadındaki bu kötücül yan ancak kadının öldürülmesiyle yok olabilir, yanlış anlaşılmasın, kadınlar değil, kadın. Tabii ki erkek de öldürülmelidir. İnsan da öldürülmelidir. Toplum da, düşünce de. Herkes ve her şey öldürülmelidir yeniden yaratılmak üzere. Bireyin aklıyla sıfırdan inşa edilmeyen ve sıklıkla yapılıp bozulmayan her şey yok edilmelidir. Yok edilmelidir ki, aydınlanalım.

Hadi bu dediklerime de itiraz edin, çünkü itiraz etmedikçe gerçekte ne düşündüğünüzü siz de anlayamazsınız.

Yazar: Ahmet Yıldırım

Tags: , , , , ,
Antik Yağmur Ormanları: Antarktika
Maskeler Gerçekten Koruyor mu? Yaz Bizi Kurtaracak mı? COVID-19 Gerçekleri

En Çok Okunan

Bunlarda İlginizi Çekebilir

Menü