AktüelFelsefe

Hayvanların Felsefe Tarihindeki Yeri

Paylaş

Felsefe Tarihinde Hayvanlar

Ortaçağ ve İslam felsefesi ele alındığında, söz konusu filozoflar, insan ve hayvanların benzer özelliklerini vurguladıklarında insanın hayvani yönleri olduğunu ve bu hayvani yönün kötü olduğunu belirtmişlerdir.

 İnsanın, tanrıya ulaşmak için hayvani yönünü dizginleyerek hayvani yönünden uzaklaşması gerekmektedir. Din üzerinden hareket ederek söylem geliştiren bu filozoflar var olan her bir şeyin insan için yaratılmış olduğunu söylediklerinde hayvanları insanların yetkinleşmesi için bir araç olarak görmüşlerdir.  

Augustinus gibi düşünenler için insanlar, edimsellikleri olmayan hayvanların sahipleri konumundadır. Bu sözde düşünürler hayvanları, insanların tanrısal çağrıya uymaları ve tanrıya ulaşmalarında insanlar için metalaştırmıştır.  

Descartes’ın yaklaşımının aşikar -ve kendisinin tereddütsüz kabul ettiği- içerimlerden biri, hayvanların hissetme yetisine sahip olmadıklarıydı; hayvanlar acının, zevkin ya da başka herhangi bir şeyin bilincine varmıyordu.

Descartes’a göre, Tanrının yarattığı makineler olan hayvanlara karşı ahlaki yükümlülüklerimizden söz etmek, insanlar tarafından makineler olan duvar saatlerine karşı ahlaki yükümlülüklerimizden söz etmek kadar saçmadır.” (Francionet.b., 50,51) 

Descarteshayvanlarla ilgili söyleminin kaynağı olan mekanik ve determinist evren tanımlaması içerisinde hareket ederken insana, kendisinden öncekiler gibi amaç bakımından görev yüklemekten de geri durmamıştır. Bu amaç yüklemeyi ortaya attığı töz kavramı üzerinden yapmaktadır. Descartes için üç töz vardır. Biri insanı oluşturan ‘ben’ikincisi beden ve diğeri yaratıcı olan Tanrıdır. İnsan dışında kalan canlılar yalnızca cisimsel varlıklardır ve bir ‘ben’liğe sahip değillerdir. 

Böylece zeka, istenç ve tüm bilme ve isteme biçimleri düşünen töze aittir; nicelik, yani uzunluk, enlilik ve derinlikçe uzam (mekan), şekil, devinim, bölümlerin durumu ve bölünür olmaları ve bu tür diğer özellikler cisme aittir.” (Descartes, 2017, 95) 

İnsanı kutsallaştırma çabası içerisinde hareket ederken insanın özel bir konuma getirilerek değerlendirmesi söz konusudur. İnsanı kutsallaştırma çabası için belirlenmiş bir değer üzerinden hareket ederek insanı merkeze alacak şekilde bir yaklaşım sergilenmiştir.

İnsanı özelleştiren ve onu diğer canlılardan ayıran nitelikleri ön plana çıkartıldıktan sonra insan dışında geri kalan her bir şeyin insan için var olduğu söylemiyle hareket edilmiştir. Bu belirleyicilik Descartes’ta olduğu gibi çoğunlukla akıl üzerinden olmuştur. Söz konusu din olduğunda, insana verilmiş anlamlı bir görevin olduğu söylemi her zaman ön plana çıkartılmış ve insanı evrenin merkezine alan yaklaşımla ilerlemiştir.  

Emek üretimi kavramı üzerinden hareketle insanın mülk edinen bir varlık olduğunu söyleyen Locke, hayvanları da insanların kullanımı için var olan canlılar olarak görmüş ve hayvanların metalaştırma sürecinde insan merkezci bir yaklaşım sergilemiştir. 

Endüstri ve teknolojinin ilerlemesinden sonra da Descartes ve Locke gibi düşünenlerin söylem biçimleri etkili olmuş, hayvanlar üzerinde çok farklı deneyler yapılmaya ve besin tüketimi için insanlar, hayvan kesim fabrikaları kurmuştur.

 Artık hayvanlar insanlar gibi doğada kendi davranışsal faaliyetler alanlarında çoğalmıyor, bilimsel deneylerde ve fabrikalarda kullanılmak için üretim nesnesi haline dönüştürülmeye başlanıyordu.

 Markette satılan tavuk ya da süt vb. besinler, çeşitli hayvanların çiftliklerde üretim nesnesi olarak insan tarafından kullanılmasının sonucunda insanlara hizmet adı altında sunulmadan önce çeşitli işlemler ve dönüşümlerden geçmek için fabrikalara gönderilmektedir.

 Hayvanların acı çekmediği ya da çekmeyeceğini düşünerek hareket edildiğinde söz konusu davranış biçimi, her insan için farklı söylemlerle normalleştirebilir. Din üzerinden hareket edildiğinde hayvanlar insanlara hizmet etmek için yaratılmıştır. Felsefe tarihi içerisinde yer alan düşünürlerin çoğunluğu türcü yaklaşımı tercih eden söylem biçimleri geliştirmiştir.  

İnançlarımızın tersine insan ve hayvan arasında ilkel bir ayrım yapılmasını öngören karşı tezleri görmemezlikten gelmek niyetinde değiliz. Denildiğine göre insanda hayvanların kalbine işlenmemiş bir doğal yasa vardır: Kötülüğün ve iyiliğin bilinci 

Kendisini kızdıran sahibini ısıran köpek hemen ardından pişman olmuş görünür; onun üzgün, kızgın, ortalıkta görünmeye cesaret edemez bir durumda, aşağılanmış, sürünen bir tavırla suçunu kabullenmiş olduğunu görürüz. .. 

Fakat doğanın kendisini son derece erken, son derece aydınlanmış bir içgüdüyle donattığı faaliyet alanının izin verdiği ölçüde yargılayabilen, düzenleyebilen ve karara varabilen bir varlık; iyilik gördüğünde bağlanan, kötü davranışlarla karşılaştığında ayrılıp yeni bir efendi arayan, yapısı bizimkine benzer, aynı işlemleri yapan, aynı tutkulara, aynı acılara, hayal gücünün genişliğine ve sinirlerininduyarlılığına göre aynı zevklere sahip bir varlık, kendi hatalarını ve bizimkileri hissettiğini, iyiyi ve kötüyü bildiğini, kısacası yaptığının bilincinde olduğunu açık bir şekilde göstermez mi?

Bizimki gibi aynı sevinci, aynı aşağılamayı, aynı hayreti duyabilen bir ruh, bir benzerinin parçalanmış halini görünce veya kendisi acımaksızın onu bin parçaya böldüğünde hiçbir tiksinti duymaz mı?

Demek ki sözü edilen bu kıymetli yetenek hayvanlara da verilmemiş değildir; zira pişmanlıklarının olduğu kadar zekalarının da belirtilerini bize sunabilirse hemen hemen bizim kadar mükemmel makinaların, varlıkların düşünmek ve doğayı hissetmek için yapılmış olduklarına inanmak neden saçma olsun. (Mettrie1980, 43-45) 

La Mettrie, düalist düşünceye karşı çıkar ve insanı da bir makine olarak ele alarak maddeye indirger. Sinir sistemine sahip bir canlı olarak insan sahip olduğu bedenine bağlıdır ve bedeninden ayrı bir biçimde insanı farklılaştıran bir tözü yoktur. Madde etkin ve edilgin bir yapıya sahip olup duyumlama yetisi ve hareket gücüne de sahiptir. Hayvanların da insanlar gibi bilinç düzeylerinin olduğunu ve çevresinde olan her bir şeyi algıladığını belirtir. Bu yüzden La Mettrie’nin söylemlerinden yola çıkılarak türcü bir yaklaşım sergilediği söylenemez. 

Augustinus, Descartes ve Locke gibi düşünenlerin söylem biçimlerine göre belirlenmiş topluluklarda yaşamaktayız. Çünkü insan kendisini özel hissetmek ister ve kendisi dışında kalan diğer canlılardan kendisini ayırmak ister.

 Türcü yaklaşım sergilenmesinin en önemli nedenlerinden bir tanesi insanın kendisini evrenin merkezi haline getirmesinden kaynaklanmaktadır. Din, Tanrıya ulaşma konusunda insana özel bir amaç verir ve insan dışında kalan canlıların insanlar için var olduklarını insanlara inandırdığında türcülük düşüncesi de kaçınılmaz ve zorunlu bir şekilde ortaya çıkıyordu. 

Bilimsel çalışmaların ilerlemesiyle insan yeryüzündeki tahtından indirilmiştir ama insan merkezci düşünce biçimi bulunduğumuz yüzyıl içerisinde kendisini devam ettirebilmektedir. Hayvanlar üzerinde deneyler devam etmekte ve halen hayvanları birer besin maddesi olarak görmekte ve sömürmeye devam etmekteyiz.

 Din felsefesinin hayvanları insanlar için yaratılmış canlılar olarak değerlendirmesi günümüzde de farklı şekillerde devam etmektedir. 

Hayvanlar bazı yerlerde Tanrıya kurban olarak sunulurken sanayileşmenin getirisi olan çiftlik ve fabrikalarda da hayvanları besin olarak tüketmek için seri şekilde üretmekteyiz. Bakımına önem gösteren kadınlar, kullandıkları makyaj malzemelerinin hangi hayvanda kullanıldığını umursamaz ya da evde yediğimiz tavuğun bize nasıl geldiğini merak etmeyiz.

Hem kürklerini alabilmek için hem de spor amaçlı hayvanları öldürebiliriz. Tüm bu davranışsal faaliyet alanını inşaa edilmesinde, insan merkezci bir yaklaşımla söylem biçimi geliştiren sözde filozofların katkıları yadsınamaz. 

Bu sözde filozofların insanı doğa dışına çıkartarak insanı özelleştiren söylem biçimlerini ortaya atmalarıyla hayvanlar doğadaki değerlerini kabetmeye başladılar ve insan, kendi türü dışındaki tüm canlıları kendi istençleri doğrultusunda sömürmeye başladı.  

Yazar: Aydınlanmış Cahil

Kaynaklar;

  • De La MattrieJulien Ofrayİnsan Bir Makina. çev. Ehra Bayramoğlu.
  • Descartes, Rene. Felsefenin İlkeleri. çev. Mesut Akın.
  • FrancioneGary L. Hayvan Haklarına Giriş Çocuğunuz mu Köpeğiniz mi?. çev. Renan Akman
Tags: , , ,
Canlı Merkezli Yaşam İle İnsan Merkezli Yaşamın Farkları
Yunusların Sosyal Öğrenim Yeteneği

En Çok Okunan

Bunlarda İlginizi Çekebilir

Menü